28 Nisan 2019 Pazar

Alpamış Destanı

Eski Oğuz destanlarındandır. İlk defa 1939 yılında Bahşılardan derlenmiştir. Destan iki kısımdan ibarettir. Nazımla nesrin içiçe olduğu ananevî Türk destanlarındandır. XVI. yüzyılda şekillenen bu destan on altı kavmin birleşmesinden ortaya çıkan Kongrat kabilesinin hayatını aksettirir. Kongrad kabilesi önceleri Aral gölü kenarında yaşıyordu. Onlar Şeybanî Han zamanında (1500) Özbekistan’ın Termez eyaletinde Baysur gölü kıyılarına, Babadağ eteklerine yerleştiler. Kongratlar bu dönemde kendilerini Özbek olarak adlandırdılar ve daha sonraları Türkmen, Karakalpak ve Kazaklara karıştılar. Onlar Aral gölü civarında yaşadıkları zaman Oğuzlarla sıkı ilişkilerde oldular. Oğuz destanları, onlar üzerinde büyük oranda etkili oldu ve onların da epik eserler çıkarmasında önemli rol oynadı. Diğer taraftan Cengiz Han İmparatorluğunun yıkılması (XV-XVI. yüzyıl) ve yerini, Altınordu ile Timur İmparatorluklarının alması sırasında Nogay, Kazak, Karakalpak, Özbek ve Kırgızların Volga ve Urallardan, Tien-shan arasındaki sahada devlet kurma çabaları, Kalmuk istilacılara karşı yapılan mücedeleler, her bir Türk boyunda millî şuur meydana getirmiş, bunun tabii sonucu olarak da destanlar vücuda getirmişlerdir. Kongratlar destan geleneklerini Özbekistan’ın güneyine Sürhanderya eyaletine aktarmışlardır. Alpamış destanı da buradan yayılmıştır.
Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Türk adlı eserinde, Alpamış destanındaki bazı kahramanlara da yer vermiştir. Sözgelişi; Barçın “Karmış Bey’in kızı, Mamış Bey’in eşi” olarak tanıtılmıştır. Kabir, Sırderya kenarında Sıgnak şehrinin harabelerine yakın bir yerdedir. Özbekler, buraya, Barçın’ın Gök Kâşânesi (Kek Kasane) ismini vermiştir.

Bozkurt Efsanesi

Bozkurt, Türk milletinin totemidir. Totem, İçtimaî mana taşıyan bir semboldür. Bozkurtun totemliği de ayrı Türk zümrelerinde başka başka anlaşılmıştır. Göktürklerde dişi kurt, bir cedde (büyük anne); Uygurlar için erkek kurt, bir ceddir. Oğuzlarda ise erkek bozkurt büyük seferlerde önderlik eden bir millî kılavuzdur. Türklerin, kurdu totem olarak melafetmelerinin manası yabancılar tarafından izah edilmiştir. Arap tarihçisi Mesudî’ye göre bu, Türkleri diğer milletlerden ayıran bir millî karakterin ifadesidir. O, eski Kuşanlara ait bir hikâye anlatıyor ve diyor ki:
“Türklerin en büyük padişahlığı Çin ile komşu olan Kuşan Devleti olmuştur. Ona Dokuzoğuz da diyorlar. Bunlara yırtıcıların ve atların padişahı derler (Melik üs’süba ve’lhiyet). Çünkü dünya devletleri arasında onlardan daha kudretli, daha şevketli ve şiddetli, memleket idaresinde onlar kadar mazbut bir devlet yoktur. Ve dünyada en çok at yetiştiren millet de bu Kuşan Türkleridir”. Burada milâttan evvelki Kuşanlarla milâdî X. yüzyıla (yani Dokuzoğuzlara) kadar Kansu ve Çin arasında yaşamış olan devlet irade olunmuş. Bunlara Altın Han demişler. Mısırlı Aybek oğlu Abdullah’ın naklettiği rivayetlerde Çengiz’in büyük ceddi olarak tanıttığı Kara Alp Arslan da arslanlar ve diğer yırtıcı hayvanlar arasında dağlık yerlerde yetişmiş bir kahraman olarak tanıtılmıştır. Oğuz Destanı’nda Kül Erkin Han’ın oğlu olan Tuman Han hakkında, yırtıcı hayvanların dillerini bildiği; bir ihtiyar kurdun üç genç kurtla kendi aralarındaki konuşmalarını dinleyerek memleketin refahını temin eden tedbirler aldığı anlatılmıştır.
Kurt, başlıca harplerde yol gösteren bir kılavuzdur. Uygurca Oğuz Destanı’nda Oğuz Han’ın her seferinde bir mavi kurdun orduya rehberlik ettiği, seferin sonu gelince bu kurdun yere oturduğu anlatılmıştır. XI. yüzyılda Semerkant’ta yaşayan Süryanî metropolidi Michael, Selçukîlerin İran’ı istilalarını anlatırken onların eski cedlerine İran seferlerinde köpeğe benzer bir hayvanın (yani kurdun) yol gösterdiğini anlatırken, kurdun rehberlik ettiği bu seferin Muhammed Peygamber’den 100 sene evvel, yani milâdî V. yüzyıl ortalarında, vaki olduğunu ifade etmiştir. O diyor ki: “Bu yırtıcı hayvan bir sefer zamanı gelince, Oğuzlara yakın gelerek Türk dilinde, ‘Göç! Göç!’, yani göç edeceksiniz, diye ulurmuş. Oğuzlar bu hayvana tam yanaşmıyorlardı. Ancak göz görecek yerden onu takib ederler. Sefer tamam olunca oturur. Oğuzlar da durur. Sonra bu hayvan kaybolur ve ikinci bir sefer zamanı gelinceye kadar görünmez”.
Oğuz Destanı, böyle seferlerin sadece kurdun işaretiyle başladığını anlatır. Uygurca Oğuzname’de seferlerin başında kurdun resmi de konulmuştur. Yoksa sefer hakanın isteğiyle ve halkın uymasıyla başlar. Sefer kararlaştırıldıktan sonra kurt ortaya çıkar ve kılavuzluk eder. Yani bir seferin zarureti, kurt tarafından ilham edilmez.
Göktürklerde, Karluk ve Halaçlarda bozkurt, bir mürebbiyedir. Büyük ced bir mağarada doğuyor. Oraya dişi kurt gelip, sütü ile çocuğu büyütüyor. Kurdun iki çocuğu vardır, Türkün ceddi de onların yanında üçüncü oluyor. Bu gibi akideler eski Etrüsklerden Romalılara geçmiş ve böyle iki yavruyu emziren bir kurdun resmi, geçen sene Türkistan’da ve Ora Tepe şehrinin yanında yapılan kazılarda bir duvarda bulunmuştur.
Bu duvar IX. yüzyılda yapılmış, belki daha eski, bir binaya aitmiş. Geçen sene (1968’de) Tahran’da toplanan İran Sanatı Kongresi’nde Rus profesörü Belenitski, “Bu resim Roma efsanesinin Türkistan’dan geldiğini ifade edebilir.” demişti. Çünkü bu tip resmin Sasanîler zamanından kalan bir örneği Roma kurdundan farklı imiş. O hâlde Ora Tepe kurdu, eski Roma’dan daha eski bir resimden alınmış olabilir. Bu kurda Moğol ve Türkler, her iki dilde müşterek olan bir kelime olmak üzere “Açina” (Moğollarda Açino); Hudud’ül Âlem kitabında “Asena” demişler. Göktürklere ait rivayette kurdun Türk olan çocuğu ve on iki kabilenin reisi sıfatıyla on iki çocuk bu kurttan doğmuş veyahut onun tarafından emzirilerek beslenmiş.
Kurt tarafından beslenilmiş olan ilk Türke Böri Tekin, yani “Kurt Prens” denilmiş. Cengiz’in Türk olan ecdadına ait rivayetlerde Türkçe kelimeler, Böri Tekin hanedanının tebaası olan Şivei, sonraki isimleriyle Moğol dilinde değişikliklere uğramıştır. Türkçe börü kelimesine (kurt manasında), bu cedde ait Çin rivayetlerinde “Fuli” denilmiştir. Fakat “Açena” kelimesi de Göktürklerde kullanılmış. Açina da Türkçe bir kelimedir. Budha kültü ile bağlı hüyüklere “acina” demişler. Son zaman Özbekleri Arapça “cin” kelimesiyle bağlamak isteyerek buna “Acinna” demişler. Fakat “cin” kelimesinin “acinna” şeklinde bir çoğulu yoktur. Her hâlde açina, yani Türklerin ceddi, yahut ceddesi olan Açena, Budizm kültürü ile bağlanmıştır. “Tegin” kelimesi mesela Ot Tegin’in “Ot Çegin” telaffuzunda olduğu gibi, “t” harfi, “ç” telaffuz edilmiştir. Cengiz’in ecdadına ait rivayetlerde birçok Türkçe kelimelerde başlangıç “T”, “Ç” harfi ile telaffuz edilmiştir. “Börü Tekin” ismi “Börü Çegin” ve sadece Börçegin telâffuz olunmuş ve bunun manasını bilmeyen Moğollar “Mavi gözlü” olduğuna dair etimoloji uydurmuşlar.
Börü Tekin ismi Göktürk ve Karahanlıların prenslerine verilen maruf bir isimdir. Merkezi şimdiki Kabil yanında Begram (daha eski ismiyle Kaisa) olan İndoskit krallarının ceddinin adı da Börü Tekin imiş. El Biruni, bunu “Borıh Tekin” olarak yazmış ve bunun doğduğu ve Türk askeri elbisesi giymiş hâlde halkın huzurunda sürünerek dışarı çıktığı mağaranın bu eski Kâbil yanında gösterildiğini ve kendisine BWR denildiğini, yani El Biruni zamanında daha herkesin bildiği bir yer olarak gösterildiğini kaydetmiştir. Benim bizzat 1914 yılında Şarkî Buhara’da Feyzabad ve Dihnev mıntıkasında yaşayan Karlukların bir mağarada dişi kurt tarafından beslenen prensi “Bayburı” tesmiye ettiklerini işitmiştim. Milâttan önceki Usun (Vusun) Türklerinde de bozkurt dişi annedir. (yani kola mensup olan Göktürklerinki gibidir). Çengiz’in cedleri olan Börü Tekinlerde de Göktürk ve Usunlarda olduğu gibi bozkurt bir ceddedir. Göktürklerin eski bir kolundan ayrılmış olarak gösterilen eski Tibet hükümdar sülâlesi de kendilerinin bozkurt anneden gelmiş olduklarına inanmışlardır.
Prof. Marquart, Uygurların ceddi sayılan erkek kurdun Müslümanlığın tesiriyle bazı kaynaklara arslan olarak geçtiğini ileri sürmüş. Mısır Memlûklerinden Aybek oğlu Abdullah Türk ve Moğolların menşelerine ait naklettiği rivayetlerinde de dişi kurt yerine dişi arslandan türemiş olduğunu düşünerek olsa gerek, kurt yerine arslanı almıştır, fakat hikâyenin Moğolca ve Çağatayca asıllarında hep dişi kurt bahis konusudur. Zamanımızdaki bazı Marksistler gibi Süryani Papazı Michael ve İranlı Gerdizi, Oğuz ve Kırgızların menşelerine dair naklettikleri rivayetlerde, bunları küçümseyerek “kurt” yerine, “it” kelimesini almışlardır. Gerdizi bu Kırgızların “Saklap” dedikleri herhalde eski Saklardan gelmiş olduklarından, cedlerine Farsça “sek” yani köpek demiştir. Fakat bu yabancılar, Türklerde ayrı kabilelerin veyahut milletin totemlerinin muayyen hayvanlardan geldiğinin ve bunun değiştirilemediğinin farkında değildirler. Yani kat’i olarak Türk kavimlerinin müşterek totemi kurttur.
Kurt efsanesinin teferruatına gelince, bunun erkek kurt şeklini yaşatmış olan Uygurların, Çin kaynaklarında kayıtlı rivayetlerine göre; Hun Yabgusu’nun (yani hükümdarının) çok güzel iki kızı olmuş ve onları isteyenlere vermeye kıyamamış. Bunlar ancak bir Tanrı’ya zevce olmaya layıktır, demiş ve memleketin kuzey tarafında yüksek bir kale yaptırıp iki kızını oraya hapsettirmiş. Tanrı’ya niyaz etmiş ve kızlarına gelmesini, onlarla evlenmesini rica ederek dualarda bulunmuş. Nihayet bu kale etrafında ihtiyar bir kurt dolaşmaya başlamış. İki kızın küçüğü ablasına “Bize gönderilecek olan mabud herhalde şu kurttur.” demiş ve her iki kız kurdun yanına gelerek onunla evlenmişler. Bu temastan Huihu (Uygur) kabileleri vücuda gelmiş. Bu sebepten Uygurların şarkıları kurt ulumasına benzermiş.
Erkek kurt efsanesinin güzel bir şekli, Çengiz’in ecdadına ait hikâyelerde bulunur. Börçegin sülâlesi arasında taht kavgası çıkınca, davanın çözülmesi işine erkek bozkurt karışıyor. Duyun (tüyün) Bayan ismindeki Hanın ölümü esnasında oğullarından hiçbirisi padişahlığa layık görünmediğinden, ölümünden sonra kadını Alangua’nın çadırına ışık deliğinden bir nur olarak gelip, kurt olarak çıkacağını söylemiş. Gerçekten de böyle geliyor, kadın hamile kaldıktan sonra kurt olarak çıkıp gidiyormuş.
Dişi kurt efsanesine gelince, Göktürk tarihinin başlangıcına dair yine Çin kaynaklarında naklolunan rivayetlere göre Göktürklerin babaları “Batı Denizi” (Sihay) sahilinde otururlarmış. Komşu hükümdarlardan birisi ansızın hücum edip bunların hepsini kılıçtan geçirmiş. Yalnız, on yaşında bir çocuk kalmış. Onun da el ve ayaklarını kesmişler. Ona doğru bir kurt gelip bunu Batı Denizi’nin doğu tarafına nakletmiş. Hem Kaoçang yani Uygur yolunun kuzey tarafındaki dağlardan birinin mağarasında yerleştirmiş. Burada takriben 100 km çevresinde mümbit bir ova varmış. Etrafı hep kayalarmış. Kurt bu çocukla birleşerek on oğul doğurmuş. Bunlardan birisinin ismi Asena, yani kurt, imiş. Bu çocuklar mağaradan çıkıp etraftaki kabilelerden kız kaçırıp çoğalmışlar. Nihayet AHienŞe adlı birisi bunları mağaradan çıkarmış. Bunlar Kienşan (yani Altın) dağlarında yerleşmişler ve demircilikle meşgul olmuşlar. Buradaki KaoTschang, şimdiki Urumçi tarafları demek olduğundan, bunun kuzeybatısı Kuzey Tiyanşan dağlarına rastlar. Altın dağları ise Thomsen ve Parker’in fikirlerince şimdiki Doğu Türkistan’ın güneydoğusunda bulunan dağlar olacak. Asena’nın oğulları bayraklarının mızrağına bir kurt başı takarlarmış. Çinlilerin Wei Sülâlesi tarihi ilklerden bahsederler (bunlar prenstir). Bunlardan biri Çuce, Türk destanlarında “Şu” ismiyle maruf olan ve Orta Tiyanşan’ın “Çu” havzasında hükümdarlık eden sülâlenin ismi ceddi olacak. Dördüncü küçük kardeşleri IÇiniSetu, kurt anneden doğmuş imiş. Komşuları olan düşmanlarının hücumuna uğrayınca bunların hepsi ölmüş. Yalnız on yaşında olan küçükleri IÇiniSetu sağ kalmış. Buna bir dişi kurt rast gelmiş; onu bir mağaraya götürüp emzirip beslemiş. Büyüyünce bu ana kurttan dört oğlu doğmuş. Bu prenslerin dördüncüsü NaTuluşa (İslami rivayetlere göre Nutel; “şe” de Türkçe “şad” demektir: Nutelşad), halkını kurt annesinin vatanı olan Basısişı dağlarında yerleştirdi. Bu dağlar Issık Göl mıntıkasının dağları olacak. Halkı ona “Türk” ismini ve AHienŞe lâkabını verdi.
Dişi kurttan türeyen Börçegin sülâlesi, yani Çengiz’in ecdadına ait rivayetler, daha çok çeşitlidir. Burada zikri geçen coğrafî isimlerin yerleri tespit edilebiliyor. Bu ülke, Tibet ile Çin arasındaki Kokenor (yani Gökçegöl) mıntıkasıdır ki burasına “BörüTibet”de denilmiştir. Moğolca Altantopçu rivayetine göre sülâlenin ceddi olan Börçegin (yani BörüTekin) bir dişi kurt tarafından beslenmiştir. Birçok rivayetlerin anlattığına göre, bunlar Tengiz denilen Batı denizinin (yani Kökenor) batısında idiler. Tengelek ismindeki bir ırmağın boyunda yaşıyorlardı. Bu Tengelek, bugün Saydam ile Kokenor arasında aynı ismi muhafaza etmiştir. Düşman olan komşu milletler hücum edince Bozkurt, bu prensi bu denizin şarkına geçirmiştir. Orada dağlar arasındaki meralarda birkaç nesil barınmışlar ve çoğalmışlar. Yani Göktürk rivayetindeki 200 li (100 km) çevresinde olan mümbit saha Reşideddin ve başkalarının rivayetine göre Ergenekon’un kendisidir. Bu Ergenekon, Smith’in tetkikine göre bugün Kunerkin ismini taşıyan yer olacaktır ki Hun hükümdarlarının Nanşan dağlarındaki esas vatanlarına yakın bir yerdi.
Çengiz’in ecdadına ait rivayetlerde Altın Han ile hanımı Kurleviç, Alamelik Körklü ismindeki güzel kızları güneşten hamile kalınca, bunu bir sandık içine koyup Tengelek nehrine atmışlar. Fakat bunu Kıyat kabilesinden Dunbavul Mergen ile Türkmenlerden Şibasokur (Tepegöz) yakalamışlar ve kız, Dunbavul’un karısı olmuş.Abdulah’ın naklettiği rivayetlerde, yukarda zikrettiğimiz gibi, dişi kurt yerine “dişi arslan” ibaresi kaydedilmiş. Bir Tibetli olan annesi tarafından Karatdağ dağlarında bırakılınca, bunu dişi arslan beslemiş. Onun zaten iki tane yavrusu varmış. Büyüyünce Alp Kara Arslan ismini alan bu genç, üç erkek, üç kadın ve bir kızdan ibaret olan Tatarlara rastlamış ve bu kızla evlenerek bundan on iki oğlu olmuş.Oğullarından Çengiz temirci imiş (yani demirci). Bu Cengiz, sonraki Cengiz Han’ın büyük ceddi ve bu isim de “Tengiz” demek imiş. Bunların yaşadığı göl çevresinde “Izırmak” ismindeki şehirde kendi imali olan demir silâhları satmakla geçinen Cengiz Han, bu gölün ortasındaki adada beslenen ve “Otatı” ismindeki at sürülerinin de sahibi imiş. Hikâyede bu atlar Arapça olarak “Deniz atları” (Birdhevn albahri) olarak isimlendirilmiştir.Kökenor’un ortasındaki gölden çıkan aygırla kısrakların birleşmesinden doğan bu atlar ve demircilik, Çin kaynaklarında da zikredilmiştir.Dişi kurttan türeyen Börçegin sülalesine ait hikâyeler bir taraftan Tiyenşan dağlarında diğer taraftan Kokenor mıntıkasında, üçüncü olarak da Kâbil mıntıkasında milâttan evvelki yüzyıllardan başlayıp gelişmiştir.

21 Nisan 2019 Pazar

Ayzıt

Türk ve Altay mitolojilerinde Güzellik Tanrıçası. Ayığsıt (Ayıhıt veya Ayısat) Hanım da denilir. Aşkın ve güzelliğin simgesidir. Ongunu kuğudur. Kuğular bu nedenle kutsal sayılır ve dokunulmaz. Kuğular biçim değiştirmiş kutsal kızlar olarak kabul edilir. Ayığsıt gümüş tüylü bir kısrak biçimine bürünebilir ve gökten yeryüzüne bu şekilde iner. Kısrak kılığındayken kuyruk ve yelelerini kanat gibi kullanır. Ormanlarda dolaşmayı sever. Ak bir kalpağı, çıplak omuzlarında ak bir atkısı vardır. Çocukları ve hayvan yavrularını korur. İnsanlara sevgi ilham eder. Sarayının kapısında ellerinde gümüş bakraçlar ve gümüş kamçılar bulunan yasakçıları (bekçileri) vardır. Bu yasakçılar kötü insanları içeriye almazlar. Ayzıt’ın kızları vardır. Onlar da kuğu kılığına bürünebilirler. Ayzıt’ın kızları büyülü beyaz bir tülü giyinince kuğuya dönüşürler. Beyaz Turna kuşu da diğer simgelerinden biridir. Sümerlerde Ay Tanrıçası olan Ay'a da ışık saçmaktadır ve adı da bu anlamla bağlantılıdır. Aşk her zaman ışıkla ve parlaklıkla simgelenmektedir. “Aşk ateşi gözlerimi kör etti” ifadesi bunun en belirgin anlatımıdır.

Kızagan

Türk ve Altay mitolojisinde Savaş Tanrısı. Kızığan da denir. Göğün dokuzuncu katında yaşar. Kayra Han’ın oğludur. Çok kuvvetlidir. Orduları yönetmekte, savaşları kazanmakta, düşmanı yenmekte komutanlara yardımcı olur. Kızıl yularlı, kızıl buğra sırtındadır. Asâsı gökkuşağıdır. Kızıl renk ile simgelenir. Savaşçıları korur. Türk Moğol İmparatorlukları birer fetih devleti olduğu için savaşlar ve savaşçılar toplumsal hayatta önemli bir yer tutar. Tüm erkekler, hatta yeri gelince kadınlar da aynı zamanda askerdirler. Türkler'in kadınları ve çocukları da pusat (silah) kullanmayı bilirler. Kuvveti sembolize eder. Güçlülük masal ve söylence kahramanlarının en önemli özelliklerindendir. Savaşçılara ve askerlere kuvvet verir. Onların yenilmez olmalarını sağlar. Bazen çok az sayıda askerin kendisinden kat kat fazla büyüklükteki orduları yendiğine tanık olunur. Tarihte bu gibi vakalara rastlanması hiç de az değildir.

20 Nisan 2019 Cumartesi

Kübey Hatun

Türk ve Altay mitolojisinde Doğum Tanrıçası. Kubay Ana olarak da bilinir. Doğum yapan kadınları korur. Dişiliğin simgeselleştiği tanrıçadır. Süt gölünden yanındaki tulumlarla getirdiği sütü doğacak çocuğun ağzına damlatır. Böylece daha fazla süt isteyen çocuk dışarıya çıkmak ister. Çocuğa ruh verir. Yaşam ağacı Ulukayın’ın içinde yaşar. Bu ağacın kökünden Bengisu (Yaşam Suyu)akar. Yarı beline kadar çıplaktır. Ayakları ve bacakları ağaç kökünü andırır. Göğsünden sağaltıcı özelliği olan bir süt verir. Orta yaşlı bir görünümü vardır. Bedeni şişman değildir. Ciddi bakışlıdır. Uzun saçları vardır. Çocukların ve kadınların koruyucusudur. Yaşam ağacı ve Kübey ışık saçarlar. Hamile kadın doğum yaparken gökten inip onun yanında durur. Fakat kadın onu göremez. Kadının ağrılarını hafifletir. Çocuk doğduktan üç gün sonra gider. Yeryüzünde saf ve temiz olan şeyleri korur. Temizlik Tanrıçası olarak da görülür.

Erlik Han !

Günümüzde "kötü cin" olarak kullanılan bir tür cin olmasına rağmen kötülüğü simgeleyen bir tanrı ruhudur. Altayların bir yaradılış efsanesine göre Erlik Han, dünyanın yaradılışında Tengri'ye karşı fenalık yapmış ve Tengri onu ceza olarak yeraltı âleminin efendisi yapmıştır. Erlik Han, yeraltı Âleminin en alt katında yeşil demirden bir sarayda, gümüşten bir tahtın üzerinde oturur. Orada kendine koyu kırmızı parlayan ve çok az ışık veren bir güneş
yaratmıştır. Emirinde dokuz semerli boğası vardır.
Erlik Han lanetlenmiştir, Tanrı [Ülgen] ve yarattığı karada dokuz dallı çam ağacının dokuz dalından kendi halkını türetir. Erlik bu halk benim olsun der tanrıya.tanrı da ona git kendi halkını kendin bul deyip Erlik'i geri çevirir. Tanrının halkının bu agacın yalnız doğuya bakan 5 dalından istifade etmelerine izin verilmiştir. Kalan dört dal yasaklamıştır. Erlik gidip bu halkı baştan çıkarır. Erkek olan Törüngey ile dişi olan Eje, Erlik'in şu sözüne kanarlar "Bu dört dal aslında size yasak değildir, meyveleri de pek tatlıdır. Dilediğinizce yiyin." Erlik sonra ağaca bekçi bulunan yılan uyurken ağzına girer ve ağaca çıkar, Ece'ye müsaade ettiğini söyler. Bunun üstüne Ece meyveden yer, Törüngey'in de agzına sürer. Tanrı durumu fark eder ve Erlik'i yer altına gönderir. Eje'ye "Sen benim sözümü tutmadın bundan sonra gebe kalasın ve doğum sancıları çekesin" der. Yılana "Sen benim sözümü tutmadın, bundan böyle Şeytan diye bilinesin, herkes seni ezmeye öldürmeye çalışsın" der. Törüngeye "Sen benim sözümü tutmadın, 9 kızın 9 oğlun olacak ve hepsinden sen sorumlu olacaksın, insan neslini sen çoğaltacaksın"der. "Hepinizi hanemden kovuyorum, dünyaya gönderiyorum, burda sizi ben beslerdim, ben korurdum, artık kendinizi besleyip koruyacaksınız, bir daha da sesimi duymayacaksınız" diye ekler. Böylece Erlik insanoğluna ilk kötülüğünü etmiş olur.
Erlik; sağlam gövdeli, atletik yapılı yaşlı bir varlık olarak düşünülür. Gözleri, kaşları kara renklidir. Çatal sakalı dizlerine değin uzanmıştır. Yaban domuzunun azı dişlerine benzeyen bıyığı kulakları üzerine yerleşmiştir. Kara ve kıvırcık saçlıdır. Çenesi tokmağa, boynuzları ağaç köklerine benzer. Kana benzer parlak yüzlü Erlik'in, kara demirden kılıcı ve kalkanı vardır. Bineği kara at ya da kara boğadır (belki de öküz). Erklig Kan, Eski Uygur sanatında boğa ya da öküze binmiş olarak tasvir edilmiştir.
Kötülüklerin kaynağıdır. Yeraltında yaşar. Saçları, gözleri ve kaşları ile atı karadır. Çatal (çiftli) sakalı dizlerine kadar uzamıştır. Boynuzları ağaç köklerine, bıyıkları yaban domuzunun dişlerine benzer. Yatağı kunduz derisindendir. Kadehi insan kafatasındandır. Kamçısı karayılandandır. Körüğü, çekici ve örsü vardır. Dokuz oğlu ile dokuz kızı vardır. Çenesi tokmak gibidir. Eyerlenmiş dokuz boğası vardır. Gümüş bir tahtı vardır. Yeraltında demir sarayında yaşar. Yassı demirden bir kalkanı bulunur. Kılıcı geniş ağızlı bir paladır. İhtiyar ve çirkin bir görüntüye sahiptir. Kara renkle simgelenir. Kendisine kara at kurban edilir. Kayra Han ilk önce bir varlık yaratmış onun aracılığı ile de yeryüzünü, dağları, vadileri meydana getirmiştir. Bu varlığın kendisine baş kaldırması üzerine, ona “Erlik” adını vererek ışık evreninden yeraltına atmış, ayrıca yerden dokuz dallı bir ağaç büyüterek her dalında değişik bir cins insan yaratmıştır. Sonsuz suların içinden toprak (balçık) çıkarma görevi ona verilmiş fakat Erlik yeryüzü yaratılırken ağzında kendisi için bir parça toprak saklamış fakat bu yaptığı anlaşılınca cezalandırılmıştır.Bazı yaratılış efsanelerinde cezalandırılan canlı ördektir. Suyun altından çıkardığı toprağı ağzında saklamıştır. Macar efsanelerinde Aran Ata ördeğin bacaklarını kırdığı için paytak kalmıştır. Macar mitolojisinde Erlik’e eşdeğer olan Ördög’ün adının Ördek sözcüğüne benzemesi de bu bakımdan ilgi çekicidir. Evenk mitolojisinde ise cezalandırılan canlı köpektir. Bu ceza nedeniyle kıllı ve kirlidir. Erlik bilgisiz, yıkıcıdır. Düzen ve barış istemez. Huzura karşıdır, yeryüzünü karıştırmak ister. Sonsuz karanlıkların içinde yaşar. İradesi yoktur. İradesizliği simgeler. Affedilir fakat hemen ardından kötülüğe dalar. Evrenin başlangıcında yalnızca Ülgen ve Erlik vardır. Kaz ve kuğu kılığına girerek sonsuz suyun üzerinde uçarlar. Kayra Han ise evrenden önce de mevcuttur. İki köpeğinin adı Kazar ve Pazar’dır. Yeraltındaki ırmağın kenarında, yüksek bir dağın eteğinde kırk köşeli taş evinde yaşar. Çelik mızrak şeklinde bir tılsımı vardır. Bir insanın eline geçtiğinde ölümcül bir silah olur. Tüm düşmanları yok eder. Gözkapakları bir karış, saçları dimdik, yüzü kan gibi kırmızıdır. Bıyığı kıvrılarak kulağına asılmıştır. Vücudu yılanlarla kaplıdır. Domuz boynuzlu öküzünün sırtında yolculuk yapar. Kızlarının hiçbirinin adı yoktur. Kötü ruhların tamamı onun egemenliği altındadır. Pora Ninci ve Kara Ninci adlı iki yardımcısı vardır. Gökten kovulduğunda yardımcı ve hizmetkarları da onunla birlikte yere dökülmüştür. O hızla toprağın altına saplanmışlardır. Erliğin gelişiyle aleme aniden karanlık çöker, rüzgar eser, fırtına kopar, yer sarsılır. Yeraltını kara bir güneşle aydınlatır. 1980 yılında Moğolistanda bulunan bir dinozora Erlik ismine istinaden Erlikosaurus adı verilmiştir.